1930’da Nobel Edebiyat Ödülü’nü kazanan Sinclair Lewis, 1930 ve 1940’larda dünyanın hâlipürmelalini kurmacaya dahil ederek yarattığı karakterler üzerinden kültürel ve politik çözümlemeleri gerçekleştirmişti. Romanlarında, özellikle ABD vatandaşlarını içe kapanmaya ve konformizme yönelten nedenleri işleyen Lewis, kişiliğini günden güne kaybeden ve herkesleşmeye başlayan, George Babbit karakteriyle adından söz ettirmişti. Seri üretime geçen, hızla şehirleşen ve tüketimin hayatın özü olduğunu söyleyen 1920’lerde ve 1930’larda ABD ileri gelenlerinin can suyu verdiği kapitalizmin, insanları tepe sersemi edişini anlatmıştı. Öte yandan, kültürel çöküşü üretim ve tüketimle dengeleme çabasını ‘Babbit’le (1922) birlikte, ‘Main Street’te (1920) işlemişti.
Lewis, iki dünya savaşı arasında Avrupa’da ve özellikle politik gerilimlerin uzağında bulunan ABD’deki toplumsal, kültürel ve ekonomik gelgitlere dair çözümlemeler yaparken tarihin akışını kurmacalarla tersine çevirmeye yöneliyor ya da alternatif bir tarih yazmaya uğraşıyordu.
Lewis’in söz konusu çabası, 1930’larda Avrupa’dan esen faşizm ve komünizm rüzgarlarıyla ısınan ABD’nin endişelerini anlattığı ‘Mümkünatı Yok’ta belirginleşiyor. Adım adım savaşa giden Avrupa’yı izleyen ve yaklaşan başkanlık seçiminin arifesindeki ABD’de, insanların zihninde iki soru var: “Faşizm ABD’ye ulaşır mı?” ve “Avrupa’da olduğu gibi özgürlükler ve demokrasi örselenir mi?” Lewis, bu sorular üzerinden ve romanın başkarakteri Doremus Jessup aracılığıyla başka bir tarih kurguluyor.
DEMOKRASİNİN ‘KÖTÜLÜKLERİNİ’ FAŞİZMLE İYİLEŞTİRMEK
Lewis, bırakın kendisini, faşizmin ihtimalinin bile özgürlükler ve demokrasi konusunda suyun bulanmasına yettiğini çok uzaklardaki örneklerden anlıyor ve ‘Mümkünatı Yok’u tam da bu olasılık üzerine inşa ediyor.
1930’ların ortasında, Avrupa’daki faşizm ABD’yi tedirgin ederken kırsaldaki küçük dünyasında yaşayan gazeteci Jessup, 1929’dan beri ülkeyi kasıp kavuran Büyük Buhran’ın bir yıkıma neden olduğunu görüyor. Dahası, ufuktaki savaş tereddütleri artırırken ABD’nin dört bir yanında “barış için silahlanmak”tan bahsediliyor. Fakat tersini savunanlar da var: Almanya ve İtalya gibi disiplin ve itaat temelli bir rejim kurmak, daha sonra fetihlere girişmek gerektiğini düşünenlerin sayısı hiç az değil. Senatör Windrip, şahinlerin ve savaş yanlılarının desteğini alıp başkan seçilmek için çalışıyor. Jessup da tehlikeyi pek çok insandan önce fark ediyor: “Ülkede onu göreve getirmek için mevcut tüm hoşnutsuzlukların yanı sıra Senatör Windrip’in gelecek kasımda başkan seçilmek için müthiş bir şansı var ve seçilirse ona ait şahin sürüsü sırf caka satmak ve en güçlü devlet olduğumuzu dünyaya göstermek için bizi büyük ihtimalle bir savaşa sokacaktır. Sonra da ben, malum liberal ve sen, plütokrat, sahte muhafazakâr, dışarı götürülecek ve sabah saat üçte vurulacağız.”
Yakın çevresinin “mümkünatı yok” diyerek tiranlık ihtimalini dışarıda bırakması karşısında, ABD’nin herkesten çok faşizme yakın olduğunu düşünen Jessup’ın korkusu daha da artıyor. Demokrasinin ‘kötülüklerini’, faşizmle iyileştirme tehlikesinin yaklaştığını görüyor.
Fikirleriyle Hitler’i andıran; “komünizm tehlikesi”ne karşı ABD’yi koruyacağı ve yabancı yükünden ülkeyi kurtaracağı düşünülen bir lider adayı Barzelius Windrip, Jessup’a göre ülkeyi karanlık ve faşist tünele sokacak bir tiran namzedi.
Windrip, kaleme aldığı “Sıfır Saati”nde halktan yana gibi görünen popülist söylemleriyle insanların gönlünü fethetmek ve ardından başkan seçilerek tiranlığını pekiştirmek istiyor. Onu başkanlık koltuğuna doğru itenler de iktidarın nimetlerinden faydalanma niyetinde. Bu ortam liberal, demokrasiye bağlı ve hiçbir koşulda özgürlüklerin kısıtlanmaması gerektiğini düşünen; vaizlerden, gaddarlardan ve talihlilerin bahtsızları ezmesinden nefret eden Jessup’ın endişelerini zirveye taşıyor. Ülkenin, “unutulmuş adamları” iktidara getirmeyi vaat eden Windrip’le zenginleşeceğine inananlar günden güne çoğalıyor.
‘KORUYUCU TUTUKLAMALAR’, HAFİYELER VE YAKILAN KİTAPLAR
Hislere, ihtiyaçlara ve tepkilere seslenip “özgürlüğün hücüm kıtaları” diye nitelediği Minute Men’ler (M.M.’ler) sayesinde etrafına büyük bir kitle toplayan Windrip, bir şahinin peşine takılan serçelere benzeyen halkın önemli bir bölümünden destek alıyor.
Jessup’ın “ayaktakımı provakatörü” dediği halk arasında “Reis” diye anılan Windrip, 3 Kasım 1936’daki seçimleri kazanınca yeni iktidara bir yerlerinden tutunmaya çalışan ve hatta vakti zamanında seçilmiş başkana muhalif olup şimdi onu pervasızca destekleyen koca bir grup ortaya çıkıyor. Bu destek öyle noktalara varıyor ki iş, ajanlığa soyunmaya ve en yakın arkadaşların birbirini olmadık suçlamalarla ihbar etmesine kadar gidiyor. Ailesine rağmen ilkelerinden ve onurundan vazgeçmeyen Jessup, bir menfaat yarışına dönüşen popülist fırtınanın şiddetli rüzgârında savruluyor.
Bahsi fırtınanın bir tarafında, siyasi yozlaşma bulunurken diğerinde ise bir zamanlar aşağılanan kişilerin kendileri için uygun ânın geldiğini hissederek etrafına şiddet saçmaya başlaması yer alıyor. Jessup ailesinin yardımcısı Shad’ı da bu ikinci gruba dahil etmek mümkün.
Lewis’in, Shad aracılığıyla bu ikinci grubu ete kemiğe büründürdüğü ortamda, kimin iyi kimin art niyetli olduğu pek belli değilken Windrip, sokaklarda fink atan ajanlar ve işbirlikçiler eliyle iktidarını enikonu güçlendiriyor. Bu noktada Lewis, sıradan insanların baskıladığı şiddeti, şartlar elverdiğinde birden bire açığa çıkarabileceğini de anlatıyor.
Jessup, Windrip’in başkanlığının ABD’de pek çok şeyi yerinden oynattığını; demokrasi, hukuk ve özgürlük için tehlike çanları çaldığını görüyor: “Ülkenin dört bir yanında Minute Men’in kanlı bir şekilde bastırdığı grevlere ve ayaklanmalara rağmen Windrip’in Washington’daki iktidarı sürüyordu. Yüksek Mahkeme’nin en liberal dört üyesi istifa etmiş ve yerlerine şaşırtıcı bir biçimde tanınmayan ama Başkan Windrip’e ilk ismiyle hitap eden hukukçular getirilmişti. (…) Amerikan tarihi boyunca hiçbir başkanın yandaşları bu kadar memnun edilmemişti; yalnızca siyasi görevlere gönderilmiyorlar, siyasi olmayan meselelere de atanıyorlardı; Kongre soruşturmaları gibi sıkıntı verici şeylerin susturulmasıyla beraber hâkimler müteahhitlerle pek harika geçiniyordu…”
Windrip, Jessup gibi liberalleri kıskaca alırken genç hayalperestler ve şiddet yanlıları için uygun bir ortam yaratıyor. Böylece Büyük Buhran’ın ve faşizmin şekillendirdiği yeni ABD’de, “duygusuz duygusallar” sahne alıyor.
Duygusuz duygusalların başı Windrip, rejime itaat etmeyenlerin ya da aleyhte çalışanların idamla cezalandırılacağını veya en iyi ihtimalle toplama kamplarına gönderilip devletin itibarının korunacağını duyuruyor. Dolayısıyla iktidarının kalıcılığı ve halkın kendisine koşulsuz bağlılığı için her şeyi yapmaya hazır olduğunu gösterirken “koruyucu tutuklamaların”, hafiyelerin ve kitap yakmaların alametifarikaya dönüştüğü bir korku rejimi kuruyor hızla. Kısacası zenginlik vaadiyle uyutulan halkın günden güne neşesinin kaçtığı ve Jessup gibi liberallerin işkencelerden kurtulup fırsat bulduğu anda, rejim değişene dek ülkeyi terk etmek zorunda kalması da cabası.
Lewis, ‘Mümkünatı Yok’ta bilindik bir hikâye anlatırken alternatif bir ABD tarihi oluşturup 1936’da seçilen tiran üzerine bir olay örgüsü kuruyor. Windrip’in seçilip iktidarı kaybettiği zaman dilimi arasında, popülist söylemlerle harekete geçirdiği sıradan ABD’lilerin önyargı ve arzularını ironik bir romanla eleştiren Lewis, faşizmin sanıldığı kadar uzak olmadığını hatırlatırken günümüze sesleniyor. Yalnızca bu da değil, satır aralarında ve Jessup aracılığıyla tiranın iktidara geliş sürecinde yaşanan körlüğe, artan şiddete, hırslara ve menfaatçiliğe dair uyarılarda bulunuyor.